Cumartesi, Aralık 18, 2010

Tanınma Kaygısı.


















Bakkala gitmek üzere sokağa çıkarken de üzerindeki renkleri yakıştırma ve uzaktaki gözlere içten içe de olsa batmama hazırlığı içinde olduğumuz bir ülke burası. Yakasındaki isimliğe dikkat etme zekasını akıl ediveren, seslendiriverme zahmetini gösteren şahıslara karşı da birdenbire yakınlık duyma hissiyatını derinden hissettiğimiz bir ülke aynı zamanda. Kafasını kaldırıp az buçuk dikkat etmesiyle, diğerlerinden bir adım öne çıkan şahsiyet, kahramanımıza kendini müthiş hissettiriyor bir anlığına da olsa ve sihirli bir dokunuşa sebep oluyor ve kolaylıkla tüm kapılar açılıyor. Biz de bu zekada olduğumuzu takdir edenlere gülümseyen ve mutluluk oyunu oynayan, sonrada pozitif düşünelim diye oyalanan insanlarız bir yerde.
Diğer taraftan bakalım bir de. Sosyalleşip de açık kapalı herhangi ortamlara intikal ettiğinizde, birilerinin size ilgi göstermesi, “siz” olduğunuzu, hem doymaz egonuza, hem de diğer şahıslara hissettirivermesi, neden bu kadar önemlidir ve buna ihtiyaç duyulur… Okulda çok sevilmek, onlarca arkadaşı olmak, iş yerinde patronun adamı olarak tanınmak, mahallede en önce selam verilmek, yemek yediğiniz restoranda garsonun size hizmetin alasını göstermesi, içkinizi torpilli koyan barmenin gülümsemesi, hoşlandığınız kadınla aynı şarkıcıyı seviyor olmak, genel müdürle aynı takımı tutmak ve dahası, her dakika hayatımızda. (Olayın kadın ve erkek ayrımı tarafına girmiyorum bile.) İşte bunlar ve diğerlerine de neden prim veriyoruz, bir kalıntı, bir iz bırakmak veya akıllarda kalmak mı niyetimiz… Sıradan olmanın, kalabalığın bir parçası olarak tanınmanın bu kadar çamura batırıldığı bir toplum muyuz… Bunlar, kendinizi bu sayede bir “adam” sanmanıza mı yol açıyor? Yoksa ürettiklerinizle, biriktirdiklerinizle yapamadıklarınızı, değer verdiklerinize veya değer vermeseniz de köprüyü geçerken değer verdiklerinize, sizin hakkınızda muhteşem intibalar mı bırakıyor?
Hal böyleyken, yazılı olmayan ama herkesin bildiği toplumsal yaşam kurallarını uygulamak zorunda bırakılmışken, başka çıkış yolları aramak yoluna gidilebilir elbette. Bir takım sorulara cevap vermek zorunda bırakılırız bazen, bu doğru, fakat tavrınızı belli edip de sonuçlarına katlanmak kavramıyla da barışık olmanız gerek. Zira, tepkiler benim kelimelerimden daha acımasız olacaktır ve sabaha dışarıda bekleyen gerçeklerle yüz yüze kalmaktan dolayı da isyan etmek gibi bir seçeneğiniz olmayacaktır, bu neydi, mecbur bırakılıyorduk ve bu, bizim dışımızda gelişiyordu.
Şimdi attığımız adımların, gelecekte bizi doğru ya da yanlış bir takım duraklara ulaştıracağı, tercihlerimizin, geleceğimizi belirlediği söylenir. Peki geçmişinize bakın, başkaları için yaptığınız iyi şeyler, fedakarlıklar, taviz vermeler, odaklanmalar, sizi buraya mı getirdi? Durumundan memnun pek kimse göremiyorum, ya sen? Hala siz birilerine “peki” mi diyorsunuz? Onlara göre mi yaşıyorsunuz? Yanlarında bulunmadığınızda sizi ne yapıyorlar? Yok, ama siz yalnızlığı seversiniz, bilerek yalnız kaldınız, bu onların yanlışı değildi, hata, asla olamaz, bir hata varsa o da sizin yaptıklarınız olabilir. Hem bazen yalnız kalmak lazım, evet, çok haklısınız bayım.
Birilerinin bizi tanımaması, bizi neden bu derece ürkütüyor, doğarken tanıyan ve yanımızda olmaya hayatını adayan anne ve babamız niçin yetmiyor? Kendiniz, neden isteklerinizle, seçimlerinizle var olmayı denemiyorsunuz?
Üzerinize yapıştıracakları etiketlerden kaçınıyorsunuz. Kızgın bir demirle olmasa da soğuk bakışların damgaladığı biri olmak. Aynaya baktığınızda üzgün olduğunuzu kendinize bile itiraf edememek. Sizi kimse güçsüz düşünmemeli, daima sağlam görünmelisiniz. Başaramadı dememeliler, işsiz kalmamalısınız, evli olmanız gerekir, uyumsuz, geçinememiş derler, soğuk, hiç gülmüyor, onu davet etmene gerek yok diye düşünürler, Suçlanmaktan mı korkuyorsunuz? Yalnız kalmak mı mesele? Kimse kimsenin gündemini kolay kolay meşgul etmez birkaç kısa zaman diliminden fazla. Üstelik herkes bir şekilde yalnızdır, yanında birilerinin olması bir yere kadardır, Siz kendiniz varsınız, yirmi dört saat kendinizle yaşıyorsunuz, onu tanımalısınız önce, memnun etmelisiniz kendinizi. Unutmayın ki, gözlerinizi siz kapattığınızda uyuyabilirsiniz. Tanrı kapattığında da ölünüyor zaten.

2 Comments:

Blogger Bâd-ı Sabâ said...

Tumturaklı bir yazı olmuş, bir solukta mı yazılmıştır acaba diye düşünmeden edemedik :)

18/12/10 23:29  
Blogger Bâd-ı Sabâ said...

Naçizâne.. !

18/12/10 23:29  

Yorum Gönder

<< Home