Cuma, Mayıs 31, 2013

İki bag nane.

Alısveristen dönerken, gözüm parkta bir kare misali konuslandırılmıs dört banka takılıyor ve iki yalnız kadının ayrı ayrı oturduklarını fark ediyorum. Bir ücüncüsüne de ben oturabilirim sanırım diyorum. Sessizce banka yerlestigimde tam gorus alanıma denk gelen kadınların, benimle mesgul olmadıklarını gorunce rahatlıyorum, kulagımdaki müzik ve aksam üzeri serinligine bırakıyorum kendimi.

Kadınlardan biri basortulu ve uzun kot etegının altında görunen kücük ayaklarını geride toplamıs, otuzbesinde görünüyor. Neyse ki koyu renk basörtusunun altında sadece bası var ve tuhaf birseylerle icini doldurdukları kocaman bir kafaya sahip olan digerleri gibi beni meraka sevketmiyor. Dudagı kıpırdayıp duruyorken, elinde gizlemeye calıstıgı numaratör gibi birseyi fark edip gerekli baglantıları kuruyorum. Yanında yarıda bir su sisesi, gözleri uzak bir yerlere bakıp duruyor, sanki bakmıyor da gözler, bir organ görevini, sessizce ifa ediyor gibi.

Diger bankta oturan kadın ise, aksam 20:00 sularında olmamıza ragmen günes gözlugunu hala yuzunde bırakan, hafif kilolu, kısa penye pantolunundan görunen terlıkleriniortaya dogru uzatmıs, kırkbesın üzerinde biri. Bankın ortasında, kolları gögsunde kavusturmus. Gözluk yuzunden nereye baktıgını kestıremıyorum, bununla bırlıkte epey dusunceli oldugu kesin. Poker turnuvasına katılmıs kumarbazları hatırlatıyor ve yuzunu gızleyısı epey temkinli. Elleri sürekli pozisyon degıstırıyor, kah avcunun içi yüzüne yapısıyor, kah parmakları çenesini destekliyor. Bazen de gözlugun altından girip gözlerini mi siliyor ne… Epey umutsuz ve umarsız. Yanında bir çanta, elinde bir mendil, bir kapı anahtarı hiçbir şey yok görunurde. Sadece güneş gözluğu.

Ortadaki kayrak taşlı ve çimenli yoldan birileri gecip duruyor ve diğer iki park arkadasımı göruntuden uzaklastırıyorlar. Yumuşak ayakkabılarını gıymıs ve aksam üzeri yuruyusune çıktıkları her hallerınden belli, iki kilolu kadın daha. Yetmişin üzerinde, epey zayıf bir teyze ise, minik adımlarla, bir aşagı bir yukarı gidip geliyor ve birkaç turu tamamladıktan sonra, kolunda ergen kız torunuyla gözden kayboluyor.

Akşamüzeri serinliği iyice kendini hissettirmeye baslıyor. Kollarımızda hafif bir ürperti. Bir esinti, bez torbamda, dalları dısarı fırlamıs iki bağ taze nanenin kokusunu, alıp burnuma getiriyor. Elli metre ılerdeki camiden ezan sesi yayılıyor ortalıga. Hiç birimizin de bir yerlere gecikme kaygısı yok olacak ki, kıpırdamıyoruz banklarımızdan.

Aradan bir şarkılık daha zaman geciyor, hüzünlü kadın gunes gözlugunu nihayet cıkarıyor ve penye bluzunun yakasına asıp, yüzündeki boş ifadeyle başbaşa bırakıyor beni. Gözlerinde bir kızarıklık var mı yok mu seçemiyorum, karanlık çökmek üzere ve kadının imdadına yetişiyor. Uzaklara, belirsiz noktalara takıyor gözünü, tek bildiği bu sanki.

Diğerinin günlük görevi bitmis, biraz rahatlamıs, dünyevi meselelere odaklanma zamanı gelmiş gibi, telefonuna göz atıyor, kısa sürede etegınin cebıne kaldırıyor, arkasına yaslanıyor, karsıları kolaçan etmeye karar veriyor artık.

Üçümüz de gözgöze gelmiyoruz inadına. Şaşırtıcı bir akşamüstü yasıyoruz ama umrumuzda değil. Üçümüz de başka bir yerlerde olmak istiyoruz sanki. Yine de bu ortaklıga birinin son vermesi gerekiyor artık. Bunu benden baskasından beklemeden kalkıp yola koyuluyorum. Evin sokagına girerken, köşedeki yaşlı dut agacının olgun meyvelerinden alıp, ağzıma atma hevesim suya dusuyor, karanlık izin vermiyor zira.

Naneleri bir gazete kagıdına özenle seriyorum, nasıl da büyümusler, umarım kurutabilirim diye dusunuyorum, köylü kadının onca yetiştirmesinden sonra, bunu benim yapmam lazım artık. Kullanılmayan odaya dolan o koku, çocuklugumda annemin, bahçeden koparıp geldıgı naneleri hatırlatıyor bana. Az sonra da babam anahtarıyla kapıyı açıp eve gelir diyorum.


Hiçbir şey değişmedi diyorum. İşte o koku, bu! diyorum.

0 Comments:

Yorum Gönder

<< Home